ikincil ruhla pisuar buluşmaları-4

Kadınlarla aynı evde yaşayamıyorum. Özellikle evimi 24 saatten fazla bir kadına teslim etmiyorum. Bu tamamıyla, tarihi olaylardan çıkarsadığım bir sonuç, hem bizim protest atalarımızdan biri ne demiş “yuvaya yapan dişi kuştur”. Bencillikleri çok gürültülü olan bu yaratıklarla akşamdan akşama şaraplaşmalar hoşuma gidiyor yalnızca.

Gerillavari sınır savaşları sinirlerimi çok yıpratıyor, demem o ki zaten iktisatlı kullanmak zorunda olduğum derimi değiştirmem gerekiyor her defasında, bu aritmetiği henüz çözülememiş ve bi türlü sönmeyen volkanları içine alan dişigenlerle yaptığım tartışmalarda.

Kızılcık sopası ile arkamdan koşarken düşleyip de sevebildiğim tek kadın var hayatımda. Öyle ki sokakları benden olabildiğince saklayan ama çamursuz kıyafetlerle eve geldiğimde telaşlanan ve yanağında tembel bir gamze ile “dünya güzeli” olarak tek arabesk tanımımı tükettiğim kadın.

Beni babamdan doğaçlamış bir kış günü. “İyi ol’muş” diyemeyeceğim ama yanlış olmamış en azından. Çok matüre, sağlıklı bir çocukmuşum, kuş sütü içmişim annemden iki yıl boyunca. 10 yaşıma kadar da leylek zannetmişim annemi.

Babamın verdiği harçlıkla anneme soğan gözlüğü, tere otu bağı alacak kadar anlayışlı bir kalp konakladı bende.

Babam uyumsuz biriydi. Gölgesinin hızı, annemin yemekleri, benim patlak burunlu ayakkabılarım ve bir ay içinde abimin eski pantolonunu ıskalayacak kadar hızlı büyümem anlaşamadığımız belli başlı konulardı. Ama bildiği masallar çok güzeldi. Portakal soyar, başucumuza koyardı. Bir yalan uydurduğunu biliyorduk ama bildiklerimiz uykuya yenilirdi. Rüyamda annem bağırırdı hepimize, başucumuz yine portakal lekesiydi.