bad dua
Oniki sandalyeli bir masayla gençliğinden konuşuyorduk susarak. Çocukluğumun kurban bayramlarında babası zengin olan arkadaşlarımdan öğrendim hüzünlere ortakçılık yapmayı. Senin bana geldiğin, mutluluğuma şaşıracak kadar küçük olduğum zamanlarda taşırdım değirmenimin suyunu. Bir kuşun pirelerini temizlemek için gagası ile seçip, kanatlarının arasına yerleştirdiği iki karıncaydık, devrin mücadelesi armağan etmişti birimizi birimize. Cennette tanrının bile bilmediği yerler olduğunu söylerdi annem arkasından gitmeyeyim diye. O ay yüzü cehennemi düşünürmüş demek ki kendine. Ama biz yine de o yerlerden birinde tanışacağız seninle.
– memnun öldüm.
– ben de memnun öldüm.
Henüz kırklı yaşlarına borçlanmadan gitmen “daha” ve “erken” kelimelerinin uçuşmasına yol açtı bu kentte. İntiharı bilirsin; camiiden mezarevine kadar yalnızca başrol oyuncusuna yüklerler tabutu. Daha kısık seslerle sorgulanır ölüm. Cezası katile bırakılmış tek cinayet türüdür, kelimelerle arkadan taşlayıp yalnız yürütürler adamı. Ama ben alışığım. Ki bizim yalnızlığımız henüz altıncı ayında öğrenmişti emeklemeden yürümeyi. İnsanın anahtarıyla kapısını açmadan önce sorgulayacağı özürleri olmaması ne denli büyük bir mutluluktu. Tanrım bize yaptırdığınız mutluluk tanımlarına baksanız, bak ve öl lütfen, bakınız ve ölünüz lütfen.
Kolay değildi bakışlarında boydan boya yüzmek için rengârenk dubalarını yerleştirirdi siyaha. Ardına geçmek ölümdü biraz. Cehaletin savaşlarında hunharca katledilen bebekleri neden aldıysan gözlerinin içine, o yüzdendi tutsaklığım dumanların acılı geometrisine. Acıları kesip, sağlam bir kuyruk yaptım kendime, salınabilmek için gözlerine. Hiçbir kente sığmıyor şimdi kuyruğum, kendim kendini sokup başka bir yılan sanıyor sürüklediği seferberlik hallerini.
Öptüklerimiz biraz putlaşır, doğru. Ama ellinci yaş gününüzde aldattım sizi, hani ayıp biraz söylemesi. Hem avaz avaz sevişip, hem de tecavüz sancılarından bağlanan dilim hep tek-bir cümlenizi tekrarlıyordu;
“bir putperesti uzay boşluğuna bırakırsanız, sonsuzluğa tapar.”
Eliniz bendeyken kalkan vapurda balıklar çamaşır yıkardı türkü çığıra çığıra. Eliniz kim bilir kimdeyken kalkan vapurda kürekte mahkûm esirler siyaha sabretmekten ölür, hiç olmazsa denizi dinlendirirlerdi, ittirirken vapuru son nefesleriyle.
Mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydınız içinde...
- Dirik, Özge: "Özge Dirik Arşivi: Şiirler", Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi, Yayım Tarihi: 11.04.2014, https://kuzeyyildizi.com/pdf.